Röportaj: Mayis Alizade
1958 Kırşehir Mucur doğumlu Atilla Yıldırım İstanbul Üniversitesi’nden mezun oldu. Şimdiye kadar beş kişisel sergi açmış Yıldırım bir çok karma sergiye katıldı. Atilla Yıldırım sanat dünyasında Atatürk’ün portresini 60 bin 1 vuruşla tamamlamasıyla da tanınıyor.
Yeniçağ: Resim sanatına sizi hangi anganjmanlar çekmiştir? Siz mi resmin peşinden giderek buluştunuz yoksa resim mi gelip sizi buldu?
Yıldırım: Sözlü ifadelerden çok görsel görüntüler beni hep cezbetmiştir. Belki çok klasik olacak ama çocukluk yıllarımdan itibaren resim, hayatımın hep içinde oldu. Çocukluk ve gençlik yıllarında rahmetli anamın karakalem portrelerini yapardım, resimde oldukça keyif alıyordum ve başarılıydım Ancak çok profesyonel bir resim hocam hiç olmadı, bu da benim profesyonel resim yapmamı geciktirdi. Lise bittiğinde güzel sanatlara gitmeyi düşündüm ancak şartlar ve ortam, mühendisliği seçmemi gerektirdi. Orman Mühendisi oldum ancak orman mühendisliği yapmadım. Sanatın bir dalı olan peyzaj bölümünü tercih ettim.
Yeniçağ: Yeni bir eser üzerinde çalışmaya sizi ne sevk ediyor? Edebiyat, müzik, tarih kitapları. Yaratıcı dünyanızda onların yerini nasıl sınıflandırıyorsunuz?
Yıldırım: İnsanın tüm davranışları, hareketleri, ürettiği her şey onun almış olduğu kültür ve dünyaya bakış açısıyla oluşuyor. Gördüğüm bir resim, okuduğum bir şiir, bir manzara ya da bir sergide gördüğüm resimler, benim hayalimde farklı bir resme dönüşüyor, bunu tuvale aktarmanın verdiği keyif inanılmaz oluyor. Çocukluk yıllarında eğersiz, gemsiz ata binerdim, bir at resmi çizmek beni çocukluğuma götürüyor büyük keyif veriyor. Resimle bütünleşmeme, onunla içsel bir yolculuğa çıkartıyor beni. Batı medeniyeti görsel sanatı ve yazılı sanatı geçmiş tarihini ve mitolojisinde çok işlemiş, hatta bunu dünyaya da çok iyi anlatmış.
Yeniçağ: Türk resim sanatında kendinizi ait ettiğiniz herhangi bir ekol mevcut mudur yoksa herhangi bir yere ait olmadan sadece kendi dünyanızı yansıtmayı mı yeğliyorsunuz?
Yıldırım: Ben kendi hayat tarzımda realist ve idealistim. Buradan yola çıkarak hiperrealist bir çizgide resim yapıyorum. Resim yaparken mitolojiden, tarihten, yaşanmışlıklardan, doğadan yola çıkarak, tablolarımda sevgiyi, üretmeyi, vefayı, özgürlüğü, duygusalliğı toplumu oluşturan değerleri, mitolojimizi, felsefemizi, doğamızın güzelliklerini resmediyorum. Bunları resmederken de kendi dünyamda kendi yaşanmışlıklarımdan yola çıkıyorum, geçmişime içsel yolculuk yapıyorum, bu da beni mutlu ediyor. Günümüzde her şey çok hızlı değişiyor ve tüketiliyor. Ben eserlerimle, geçmişle gelecek arasında kültürel bir bağ kurmak istiyorum.
Yeniçağ: Kendinizi Hiperrealist tarzda çalışan bir sanatçı olarak tarif ediyorsunuz. Okurlarımız için anlamını açmanız mümkün mü acaba?
Yıldırım: Hiperrealizm bir objenin, bir fotoğrafın, bir yerin, yüksek çözünürlükte fotoğraf kalitesinde resim ve heykellerin yapıldığı sanat akımıdır. Burada her şey gerçeğe yakın ifade edilir, gerçeğin yansımasıdır. Zaman zaman sanatçı kendisinden bu esere katkıda bulunur ama bu gerçeklikten uzak bir kavram değildir. Gözün görebildiği, algılayabildiği her nesneyi gerçeğine yakın bir şekilde tasvir eder. Burada sanatçının amacı, gerçeği yakalamak onu ortaya koymaktır.
Yeniçağ: Yapıtlarınızın hangi yollardan sanatseverlerle buluşmasına ağırlık veriyorsunuz? Doğrudan temaslar, sergiler üzerinden, müzayede satışları.
Yıldırım: Yaptığım tablolarımı kişisel sergiler veya karma sergilerle sanatseverlerle buluşturuyorum. Sergiye gelemeyen sanatseverler için çeşitli medya platformlarında görsel olarak veya video olarak paylaşıyorum. Buradan sanatseverlere ulaşmaya çalışıyorum. Sergime katılan, görsellerimi gören sanatseverlerden siparişler alarak da resimler üretiyorum. Sosyal proje bazında da çalışmalarım oluyor. Depremzedeler ve SMS hastası bir çocuğumuz için bazı eserlerimi bağışlayarak, onların yararına müzayede de satılarak bir katkıda bulunmuş oldum. Sanatta Engel Yok Vakfı ile birlikte sosyal projeler üretiyor engelli sanatçı arkadaşlarımıza destek oluyoruz.
Yeniçağ: Türk resim sanatının bugünkü aşamasına ilişkin görüşleriniz kimleri daha yakından izliyor ve takdir ediyorsunuz? Resim galericiliğinin durumuna ilişkin neler söylemek isterdiniz?
Yıldırım: Türk resim sanatı Batı sanatına göre çok geç gelişmeye başlamıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra görsel sanatlar bilimsel olarak başlamış toplumun çeşitli katmanlarına yayılmıştır. Ancak günümüzde pandemi dönemi, ekonomik nedenlerden dolayı sanat galerilerinin bazıları kapanmış, bazıları da zor durumda kalmıştır. Bilhassa belediyeler oldukça güzel görsel sanatlar ve kültür merkezleri yaparak sanatçılara ve sanatseverlere kapılarını açarak yardımcı olmaktadır. Kültür Bakanlığı bu konunun öncüsü olması gerekirken 2024 yılında görsel sanatlar merkezlerinin ücretlerini dört katına çıkararak fiyatları yukseltmistir. Halbuki sanatçıya çok daha uygun şartlar hazırlayarak hatta eserlerini satın alarak destek olması gerekir. Özel galerilerde fiyatlar hem yüksek, hem de satıştan pay istemekteler. Bu da sanatçıyı zor durumda bırakmaktadır.
Türk resim sanatının öncülerinden Osman Hamdi Bey, Şeker Ahmet Paşa, Hikmet Onat, İbrahim Çallı, günümüz ressamlarından Hüseyin Yıldırım, çoban ressam (Süleyman bey) Ahmet Cense, Bekir Üstün gibi çok değerli sanatçılarımızı takip ediyorum. Burada sayamayacağım kadar dünyaca ünlü ressamlarımız var.
Yeniçağ: Basının ve medyanın resim sanatına gösterdiği ilgiyi tatmin edici buluyor musunuz?
Yıldırım: Basın ve medyanın sanata gösterdiği ilgiyi çok yetersiz buluyorum. Kültür Bakanlığı’nın ve hükûmetlerin bu konuda özendirici ve teşvik edici kanunlarla yazılı ve görsel basına medyaya sanatçı ve sanata daha fazla zaman ayırması için zorunluluk getirmesi gerektiğine inananlardanım. En azından tüketim anlayışına ayrılan zaman kadar sanata, kültüre ve sanatçılara zaman ayrılması sağlanmalı. Böylece toplumun her kesimine sanatın ve sanatçının ulaşması sağlanabilir.
Yeniçağ: Bu röportaj için teşekkür ediyoruz.